Edinburgh’u gezerken karşınıza çıkan neredeyse her detayın arkasında çok zengin bir tarih ve bu tarihle beraber de çok ilginç hikayeler yatar. Caddelerin, yolların, binaların, restoranların, anıtların, ağaçların, kısacası şehirde bulunan her şeyi bu kadar büyülü yapan da bu hikayelerdir. Bu yazımda sizlere Edinburgh’un en sevdiğim publarından ve bu pubların ilginç hikayelerinden bahsedeceğim.
Benim 5 Favori Edinburgh Pub’ım:
Greyfriars Bobby’s Pub
Greyfriars Bobby’s Pub hiç tartışmasız sadece Edinburgh’un değil, aynı zamanda İskoçya’nın da en ünlü publarından biri. Bunu sürekli önünde olan kalabalıktan ve fotoğraf çeken turistlerden anlayabilirsiniz. Bu Pub’ın bu kadar ünlü olmasının arkasında oldukça ilginç ve göz dolduran bir hikaye yatıyor.
Hikayeye göre 1850’li yıllarda Edinburgh’da gece bekçiliği yapan John Gray, geceleri ona eşlik etmesi için Skye Teriyer cinsi bir köpek alır ve adını Bobby koyar. Bobby, 1858’de yılında hayatını kaybeden sahibinin Greyfriars’da bulunan mezarı başında uzun yıllar boyunca nöbet tutar ve en kötü hava koşullarına rağmen ayrılmaz. Zamanla Edinburgh halkı arasında da ünü duyulan ve çok sevilen Bobby,1872’de hayata gözlerini yumar. Onun anısına Greyfriars mezarlığının hemen önüne Bobby’nin bir heykeli yapılır.
Heykelin bulunduğu yerde açılan Greyfriars Bobby’s Pub’ı da adını bu sevimli ve sadık köpekten alıyor. Birçok ziyaretçi şans getirdiğine inanarak Bobby’nin burnunu ovuyor, öyle ki bu ovmalar sonucu rengi açılan Bobby’nin burun kısmının 2013’te tekrar boyanması gerekmiş.
The World’s End Bar
The World’s End Bar, Edinburgh’un en meşhur caddesi Royal Mile üzerinde yer alan geleneksel bir pub. Bu Pub’ın adının da yine ilginç bir kaynağı bulunuyor.
16.yy’da ağır savaşlar ve yenilgiler sonrasında Edinburgh şehrinin etrafına duvarlar örülür ve şehir neredeyse kocaman bir kale haline getirilir. Edinburgh halkına göre bu duvarların ötesine geçildiği zaman kendi bildikleri dünya sona eriyordu.
The World’s End Bar şehirden çıkış kapılarından birinin hemen orada açılması nedeniyle bu ismi almış. The World’s End Bar, yani dünyanın sonu… Eski dönemlerde tüm şehri çevreleyen bu duvarın kalıntılarını bazı bölgelerde görmek hala mümkün.
The Last Drop
The Last Drop için Greyfriars Bobby’s Pub ardından Edinburgh’un en popüler pub’ı diyebiliriz. Bu listede yer alan tüm diğer publar gibi hikayesi çok eski yıllara dayanıyor. The Last Drop’un bulunduğu meydan Grassmarket’ta eski dönemlerde en ağır suçları işleyen mahkumlar cezalandırılmış. Son dilekleri yemek, Scotch veya Scotch Ale’i olan mahkumların istekleri bu meydanda bulunan publardan temin edilirmiş.
Ünlü Nicholson’s grubu bünyesinde bulunan bu pub’da geleneksel birçok İskoç yemeğine ek olarak çok sayıda Scotch ve Scotch kokteyli bulmak da mümkün. Özellikle Haggis ve Neeps and tatties yemekleri oldukça meşhurdur.
Royal Mile Tavern
Royal Mile Tavern, adından anlaşılabileceği üzere Edinburgh’un en ikonik caddelerinden biri olan Royal Mile üzerinde yer alıyor. Royal Mile için şehrin tarihi başkenti diyebiliriz. Yüzyıllar boyunca Kral ve Kraliçelerin yürüyüşlerinin yapıldığı bu ünlü caddenin “Royal” (Kraliyet) adı buradan geliyor. Caddenin boydan boya uzunluğu ise tam olarak 1 mil (1.6 km).
Royal Mile Tavern de işte bu tarihi caddenin tam ortasında bulunuyor. Söylentilere göre I. Mary (Queen of Scots/Eski İskoçya kraliçesi) bu pub’da Scotch Ale’ini yudumlarmış.
Deacon Brodies Tavern
Adını 1741-1788 tarihleri arasında yaşayan bir iş adamı olan William Brodie’dan alan Deacon Brodies Tavern, Royal Mile üzerinde yer alan diğer bir ünlü pub.
William Brodie’yi ilginç kılan detay ise gündüzleri ne iş yaptığı değil, akşamları yaşadığı 2. hayatı. Gündüzleri örnek bir vatandaş olan Brodie akşamları kumar ve hırsızlık gibi kötü işlere bulaşırmış. William Brodie’nin bu ikili yaşantısı, Robert Louis Stevenson’a 1886’da yayınlanan ünlü romanı The Strange Case Of Dr. Jekyll And Mr. Hyde’ı yazmasına ilham olmuş.
Slainte!